yüksekten alçağa


düşüyorum. belki aşağıda olmak da kötü değildir ama bulunduğum yerden fazla şikayetçi değildim. zaten kimse düşmek isteyip istemediğimi de sormadı bana. kendi isteğimle atlamadım.

düşüyorum. bir boşluk var içimde. ben yükselmeye, uyanıkken rüya görmeye, zihnimi özgürleştirmeye çalışsam da düşen bedenime dışarıdan bakamıyorum.

düşüyorum. ama sanki her şey benimle birşlikte düşüyor. hiçbirinden uzaklaşmıyorum. uzaklaştıklarıma da yakınmış gibi davranabilecek kadar alışıverdim düşmeye bir anda. düşmek yukarıdakilerden uzaklaşmak değil, yada aşağıdakilere yaklaşmak. düşmek sadce bir his, içini gıdıklayan rahatsız edici bir his.

düşüyorum. ama aşağıda çarpacağım bir şey yok. korkmuyorum yani sonumun nasıl olacağından. yalnızca neden düştüğümü bilmek istiyorum. kafam karışık.

düşüyorum. hatta düşüyoruz. o kadar kalabalığız ki aslında düşmediğimiz, sabit durduğumuz hissine kapılıyoruz zaman zaman. çünkü herkes burada. biz de buradayız. herkes buradaysa neden düşüyor olalım ki?

düşüyorum. aşağıya mı? yukarıya mı? bilmem. belki de düşmüyorum, uçuyorum! belki de sürekli yükseliyorum. ama sanmam, muhtemlen düşüyorum.

düşüyorum. düşerken yanlarından hızla geçtiğim insanları merak ediyorum. birkaç tanesine tutunmaya çalışıyorum. hatta birkaçına seslenip sonra başka tarafa bakıyorum.

düşüyorum. düşmekten sıkıldım tabi ama durduğum yarden sıkılan da bendim. halimden memnun olsam da heyecan arayan ben düşmekten şikayet edemezdim herhalde.

düşüyorum. düşmeye alışıyorum. hatta düşmek eğlenceli bile. hatta artık "düşmek gibisi var mı be!" oldu durumum. karar verdim: düşmek gibisi yok.

düşüyorum. düşerken mutlu olmak önemli. mutlu olmak yada görünmek için yapmak zorunda olduğum şeylere kendim karar vermişim gibi davranyorum. ve bundan şikayetçi değilim.

düşüyorum. tutmayın beni.

hangi şarkıyı dinlesem aynı çalıyor sanıyordum. meğer sürekli aynı şarkıyı dinliyormuşum

hangi şarkıyı dinlesem aynı çalıyor sanıyordum. meğer sürekli aynı şarkıyı dinliyormuşum. saçma değil. o şarkıyı dinlerken seni hatırlıyorum. ne sen bana söyledin o şarkıyı ne ben sana söyledim, ama sanki bizim şarkımız oldu o, biz artık biz olmayınca. sanki veda ederken fonda o çalıyordu. hatta ayrılırken aklımdan geçen tüm güzel anlarımızda da çalıyordu sanki derinden.

girişi ne kadar güzeldi o şarkının, gözlerine bakarken heyecanlanışım gibiydi. ilk defa elini tutuşumdu sanki. kimi zaman anlamlı sözleri, kimi zaman heyacanlandıran melodisi, kimi zaman kıpırdak ritmiyle eşlik ederdi yaşadıklarımıza. evet aşkımız o şarkıydı.

ama sonra temposu azaldı, melodisi boğuklaştı. bir teki senin bir teki benim kulağımda olan kulaklık eskisi kadar iyi çalışmıyordu. rahatsız edici cızırtılar vardı, ama onlara rağmen dinlemeyi sürdürdük. sonra sen kulakığını çıkarıp "bundan ses gelmiyor artık" dedin, "bozulmuş bu". "peki" dedim çıkardım ben de kulağımdaki kulaklığı. kendi başına dinlenemeyecek kadar güzel bir şarkıydı diye düşünürken farkettim. o son gerçek diyaloğumuzdu.

hiç bitmesini istemediğimiz şarkıyı artık dinlenilebilir bulmadığımızı farkettiğimiz an ya o şarkıyı bir daha duyamazsam korkusuyla geri sarıldık kulaklıkarımıza ama şarkı çoktan bitmişti. elimizde bozuk bir kulaklık ve zaten çalmayan en sevdiğimiz şarkı. eğer mümkün olursa gelecekte bir zaman, bozulma ihtimali daha az olan bir kulaklıkla tekrar dinlemek istedim o şarkıyı seninle. ama o an çalmayan bir şarkıyı dinlemeye çalışmak kadar anlamsız olmuştu yaşadığımızı devam ettirme çabalarımız. ikimiz için de üzülmüştüm. aklımda kaldığı kadarıyla o şarkıyı mırıldanmaya çalışırken, en sevdiğm kısmına gelince en sevdiğim halinle seni hatırlayacağım.